16 Şubat 2011 Çarşamba

Geri Dönüşün O Büyük Sihri: "BİLMEMEK"

Değişmeden, dönüşmeden ne zamana kadar aynı kalabiliriz? Başka bir biçimde ifade edecek olursam, ülkemizden kilometrelerce uzakta uzun süre yaşadıktan sonra, “unutmanın” sis perdesinde kimliğimizi, kültürümüzü ne zamana kadar hatırlayabiliriz? Kundera’nın hafıza, yalnızlık, yabancılaşma, yurtsuzluk ve unutuş üzerine düşüncelerinin izlerine rastadığımız “Bilmemek” adlı romanı, uzun süre kendi vatanından ayrı yaşamak zorunda kalan Irena ve Josef’in yaşamlarından hareketle “göçmen” olma durumunu sorguluyor. Yazar, bu aşkın yurtsuzluğun sancılarını okuyucuya nostalji şemsiyesi altında ustaca sunuyor.

1968 Sovyet işgalinden sonra Prag’ı terk etmek zorunda kalarak Paris’e yerleşen Irena, arkadaşı Sylvie’nin teşvikleriyle yeni bir başlangıç yapmak için yirmi yıl sonra tekrar Prag’a geri dönme kararı alır. Irena dönüşünü kutlamak için eski arkadaşlarıyla bir buluşma ayarlar. O kadar heyecanlıdır ki davetlilerine sürpriz yapmak için özenerek satın aldığı eski Bordeaux şarabını açtığında arkadaşlarının şaşkın bakışlarına maruz kalır. Çünkü arkadaşları Prag’ın en önemli sembolu olan bira içmeyi tercih edeceklerdir. Belki Kundera, bu küçük ayrıntıyla Irena’nın eski arkadaşlarından ayrıştığının ilk izlerini okuyucuya sunarken bir yandan da dönüşün sancılarını vurgulamaktadır. Eski arkadaşlarının yanında kendisini yalnız hissedip özlemle Paris’teki arkadaşı Sylvie’yi anımsayan Irena’nın yirmi yıl önceki hayatı yerini nostalji duygusuna bırakır.  


“Dönüş, Yunanca’da nostos demek. Algos, keder anlamına geliyor. Yani nostalji doyuralamamış dönüş arzusundan kaynaklanan bir keder. [...] İspanyollar Anoranza diyor; Portekizliler Saudade diyorlar. [...] İspanyolca’daki anoranza, anorar ( nostalji duymak, özlemek) fiilinden gelir, o da Latince Ignorare (bilmemek) sözcüğünden türeyen Katalanca enyorar’dan. Bu etimolojik aydınlatmanın ışığında, nostalji, bilmemenin acısı olarak ortaya çıkıyor.”

Nostalji duygusuna bağlı olarak belleğin belirsizliğinin ipuçlarına ise Josef ve Irena’nın yıllar sonra tekrar karşılaşmalarında rastlarız:  eski aşkı olan Josef’i hiç unutmayan Irena’ya karşılık Josef ne Irena’yı ne de onun adını anımsayabilmiştir. Hep bu karşılaşma anının hayali kuran Irena ise hayal kırıklığının getirdiği üzüntüyle Josef’i  sadece yıllar önce bir yabancıyla yaşadığı macera olarak düşünür.

“Yıllar sonra tekrar görüşen iki insanın heyecanını hayal ediyorum. Bir zamanlar sık sık görüşmüşlerdir ve bu yüzden de, aynı yaşanmışlıklarla, aynı anılarla bağlı olduklarını düşünürler. Aynı anılar mı? Yanlış anlamalar burada başlar: Anıları aynı değildir, ikisi de geçmişten iki ya da üç durum hatırlamaktadır, ama herkesinki kendinedir; anıları birbirine benzemez, birbiriyle örtüşmez; hatta nicel olarak bile birbirleriyle kıyaslanamazlar; biri öteki hakkında, onun kendisi hakkında hatırladığından çok daha fazla şey hatırlar; önce belleğin kapasitesinin bir bireyden ötekine faklılık göstermesi yüzünden, ama aynı zamanda, birbirleri için aynı derecede önem taşımamaları yüzünden.”

Bana göre bu alıntı romanın mihenk taşını oluşturuyor: Geri döndüğümüzde belki kendimiz dahil olmak üzere hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ancak “bilmeme”nin ardındaki sis perdesi ise bizim geçmişimize atfettiğimiz anlamda gizli sanırım...

Özden T.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder