9 Şubat 2011 Çarşamba

Tanrıların Terk Ettiği Bir Dünyanın Epiği...

Uzun zamandır zihnimi meşgul eden “Roman nedir?” ya da “Niçin roman okuyoruz?” sorularına yanıt ararken gözüme kitaplığımdaki Georg Lukacs’ın Roman Teorisi kitabı ilişti. Sahiden neden roman okuma ihtiyacı duyuyoruz? Yaşadıklarımıza dair olup bitenleri bize yansıttığı için mi yoksa parçalanmış olan bütünlüğümüzün yeniden oluşmasını sağlama imkanı sunduğu için mi?


Georg Lukacs : Roman Teorisi

Lukacs’ın “Roman Teorisi” adlı çalışması adından anlaşılacağı gibi bir romandan ziyade teori kitabı. Şimdi teori kitabının burada ne işi var diye düşünebilirsiniz! Ancak bu blogda yazılan roman tanıtımlarının önemini vurgulamak adına -belki gerekli değil ama- önemli bir yazı olduğunu düşünüyorum. Lukacs’ın bu kitabından yararlanarak asıl sorunsalım olan “Roman nedir ve niçin roman okuyoruz?” sorularıma yanıt bulmaya çalışıyorum.
 
Lukacs klasik anlamda roman tanımına girişmeden önce romanın ortaya çıktığı Batı’yı, Yunan ve Modern olmak üzere iki eksen üzerinden tanımlamaktadır: Yunan dünyası bütünlüklü deneyimi sağlayan mekanı karşılarken; Modern dünya ise bu bütünlüğün parçalandığı zaman dilimini temsil etmektedir. Lukacs parçalanmışlık döneminin edebiyat biçimi olarak ortaya çıkan -yani modern dünyanın bir yapıtı olan- romanı, yitirilmiş olan bütünlüğün yapıtta yeniden tesis edilmesi çabası olarak tanımlamaktadır. Heideggerci bir üslupla söylemek gerekirse roman;“Tanrıların çekip gittiği ve henüz geri dönmediği” bir dönemin yapıtıdır.


Roman okuyucuları, okurken, ideal ile gerçek arasında yaşadıkları iki arada kalmışlığı telafi etme olasılığını bulurlar ki Lukacs da bu telafi girişimini bir dünya epiği olarak değerlendirmektedir. Ancak temel bir farkla; yeni bir biçim olarak roman, bütünlüğün yittiğinin ya da yitirildiğinin farkındadır. O halde roman, bu yitirilmenin arkasındaki arayışı sunmaktadır. Lukacs’ın bu tanımından hareketle belki de bu arayış çabasını bir nevi telafi mekanizması olarak ele almak mümkündür. Zaten Lukacs’a göre roman kişilerini de ancak bu telafi figürü etrafında düşünmek mümkün olabilir. Çünkü modern dünyanın epiği olan romanda eski edebi türlerden farklı olarak roman kahramanı sadece kendisi olarak, kısmen de yalnız olarak varolmaktadır. Dolayısıyla, roman karakterlerinin belirli tekil varoluşunu konu alan roman, kahramanları aracılığıyla bütünlüğün parçalanmışlığına yanıt aramaktadır. Bu da karakterlerin içinde bulunduğu dünyaya anlam kazandırma çabası olarak düşünülebilir. Nitekim Lukacs da, romanın esas gerilimini bireyin parçalanmış ve yabancılaşmış deneyim alanıyla aradığı ya da yeniden tesis etmeye çalıştığı bütünlük arasında gerçekleştiğini söylemektedir. Böylece roman bir yandan okuyucuya bütünlüğün bozulduğuna dair hakikati sunarken diğer yandan da bunun telafisine yönelik bir girişimde bulunmaktadır.

“Roman biçimi, aşkın bir yurtsuzluğun ifadesi ya da Tanrıların terk ettiği bir dünyanın epiğidir”.


Romanın yansıttığı dünya, aslında roman kişisi tarafından kurulmuş bir dünyadır ve roman da bu dünyayı sadece kurgulamakla sınırlı kalmaz aynı zamanda onu yaratır da. Lukacs’a göre roman, bilinçli olarak gerçekliği kurgulayarak üretilmektedir. Sonuç olarak Lukacs’tan hareketle, romanın mimetik bir etkisinden ziyade yaşanan yitirilmişlikleri deneyimlediğini söylemek doğru olur.

Sonuç olarak, belki de bu zamana kadar bir çoğumuz farkında bile olmadan kendi hayatımızdaki parçalanmışlıkları deneyimleme ve bunu telafi etme çabasıyla romanlara sarıldık...  

Özden T.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder