19 Ekim 2010 Salı

Foer'le Arayışa Devam...


Jonathan Safran Foer, “Her Şey Aydınlandı” adlı ilk romanında da “Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın” adlı ikinci romanında olduğu gibi arayış temasının üzerinden ilerliyor. Bu sefer aranan, geçmişin derinliklerindeki Augustine ve Trahimbrod ve arayan da Jonathan Safran Foer’in ta kendisi. Romanın hem kahramanı hem yazarı olan Foer’e, arayışında Ukraynalı bir üniversite öğrencisi olan Alex ve dedesi eşlik ediyor. Romanın ilk sayfalarında Alex’in bize anlattığına göre; Foer dedesini savaştan kurtaran Augustine adlı bir kadını arıyor ve dedesinin köyü olan Trahimbrod ile ilgili bir kitap yazmayı arzuluyor. Ve arayış Ukrayna’nın Lutsk bölgesinde gerçekleşiyor. Lutsk sadece Foer için değil, Alex’in dedesi için de önemli bir yer çünkü Alex’in nenesinin geldiği kasaba aynı zamanda. Bu nedenle arayışın sonlarına doğru  Alex’in, dedesinin ve Foer’in arayışları; geçmişten gelen her türlü nesneyi, anıyı, fotoğrafı biriktiren ve kahramanlarımızın bir süre Augustine zannetiği bir kadın aracılığıyla birbirine karışıyor ve ortadan kaybolan, yok edilen bir yerin ve insanların tarihinin merkezine doğru bir yolculuk başlıyor.

Anlatıcı hem Alex, hem de Foer; tabi aslında elimizde tuttuğumuz metnin tamamını yaratanın Foer olduğunu okuyucular olarak bizler biliyoruz. Ancak Alex’in Foer’e yazdığı mektuplarda anlattıkları, arayışın nasıl gerçekleştiğini bize Alex’in anlattığı hissini veriyor. Bu noktada romanı orijinal dilinden yani İngilizceden okumanın, okumuş olmanın önemi ortaya çıkıyor. Çünkü Alex’in ağzından yazılmış bölümleri ve mektupları okurken, Alex’in İngilizcesinin yetersizliği ve dilin önemi de kendini hissettiriyor. Gerçi romanın çevirmeni Algan Sezgintüredi, Alex’in diliyle ilgili sıkıntıları, bana göre, Türkçe’de de çok başarılı bir şekilde hissettirebiliyor. Bunun dışında romanda yer alan, ve Trahimbrod’un, Alex, Foer ve Alex’in dedesinin arayışının arka planında, tarihine ışık tutan bölümler de oldukça ilgi çekici. Bir kasabanın doğuşundan yok oluşuna kadar olan sürece tanıklık ediyoruz bu bölümlerde. Ve bence bu bölümlerde anlatılanlar, insanın aklına Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” adlı romanını getiriyor. Trahimbrod adlı kasabanın, bu adı alışı ve bu adı ortaya çıkaran nedenler ve yaşam büyülü gerçekçilikten izler taşıyor.

Savaş ve savaşın bitirdiği, yok ettiği hayatlar da “Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın”da olduğu gibi bu romanda da önemli bir yer tutuyor. Savaşın nesilden nesile geçen etkileri, yıkımları Trahimbrod’da yaşananlarla karşımıza çıkıyor. Bunun dışında Trahimbrod ile ilgili bir ilgi çekici nokta da; Trahimbrod romanda hiç varolmamış bir yer hissi yaratmasına rağmen, aslında böyle bir yerin Lutsk’a 30 kilometrelik bir uzaklıkta bir zamanlar varolduğu ve 1942 yılında Naziler tarafından yok edildiği bilgisi.

Sonuç olarak Foer, bu ilk romanında sadece şahane bir roman yazmakla kalmıyor, aynı zamanda da ilgi çekici bir karakter oluyor. Ve yazacağını umduğumuz yeni romanını heyacanla beklememize ve kendisini kıskanmaya devam etmemize neden oluyor.
Berna Turhan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder