Yeraltı edebiyatı severlerin bu romanı atladıklarını hiç sanmıyorum ama ben iki gün önce rastladığımdan her ihtimale karşı Kozmik Haydutlar’dan biraz bahsetmek istedim.
Romanın ikinci baskısına önsöz olarak eklenen hikâyesi en az romanın kendisi kadar ilginç. İlk baskısı 1986’da yapılan fakat o sıralarda kimsenin dikkatini çekmeyen Kozmik Haydutlar’ın yazarı Weisbecker, körfez savaşı sırasında (1991) yayınevinden, tanesini bir dolara aldığı yüz adet kitabını, okuduktan sonra arkadaşlarına vermelerini isteyen bir not yazarak yüz askere göndermiş. Yıllar sonra 1998’de Amerikanın bir yerlerinde yolculuk yaparken öğrenmiş yazdığı kitabın nadir eserlerden sayıldığını, açık arttırmalarda 300 dolardan satıldığını, felsefe kitaplarıyla omuz omuza durduğunu ve tabiki kendisi hakkında uydurulan efsaneleri.
Konusuna gelince; Eski bir (şimdiki geçmiş zamanda eski) uyuşturucu kaçakçısının hırsızlık sonucu eline geçen fizik kitapları sayesinde kuantum’la tanışmasıyla başlıyor roman. Hayatına doğru perspektifi kuantum fiziği ile getireceğine inanan anlatıcımız bizi, şimdi, geçmiş ve gelecek (kimin için gelecek?) zamanda, Meksikalı haydutlar, hırsızlar, askerler, polisler, CIA, FBI, asla ayık gezmeyen kaçakçılar ve görece sıradan insanlar arasında geçen bir maceranın ortasına atıyor. Ne yapacakları belli olmayan kuark’lar gibi, anlatının ne yapacakları belli olmayan karakterleri ve kurgusunu göz önüne alırsak, romanın, makrokozmik de olsa, bir tür atomaltı düzeyde geçtiğini; neden-sonuç ilişkileri kurarak hayatına düzen getirmeye azmetmiş okuyucuya kendisini yeniden gözden geçirebileceği bir atomaltı yaşam örneği sunduğunu görüyoruz.
“...Eminim bir gün bu tür bir terapi sıradan bir şey olacak. Bohr’un, Lorenz’in ve Planck’ın öğretileri çok geçmeden Freud’un, Jung’un ve Fromm’un saçmalıklarının yerini alacak. Bunda hiç şüphe yok” diye yazan Weisbecker’ ın 1980’lerde bugünü görmüş olması da ayrıca enteresan bir nokta. Yurt dışında kuantum terapileri ne zamandır gündemde bilmiyorum ama ülkemize bakınca pratik uygulamaları hakkında ayrıntılı bilgim olmasa da -en ilkel yorumla, yani benim anladığım şekliyle, vücudumuzda bulunan her bir atomun içindeki kuarklara bulaşıp evrene yayılan ve bize ev, araba, sevgili vs. olarak geri dönen olumlu düşünceler kuramı- son yıllarda popüler kültürün parçası haline gelen düşünce sisteminin romanda* anlatılan kuantum’la neyseki** pek ilgisini göremediğimi, konu hakkında daha fazla fikir sahibi olmak, “hayatınıza doğru bir perspektiften bakmak” ya da sadece eğlenceli zaman geçirmek için bile bu romanın okunası olduğunu söyleyebilirim .
*Romanı okumaya karar verdiyseniz bence şimdiden dipnotlara alışın. (Yazar da aynı fikirde)
**“neyseki” derken düşündüğüm konu kuantum fiziğinin yaratıcılarından Niels Bohr’ un romanda gördüğüm cümlesinden kaynaklanıyor. Bohr demiş ki “ Kuantum kuramıyla ilk karşılaştıklarında dehşete kapılmayanlar herhalde onu anlamış olamazlar” benimde aklıma şu soru takıldı: çok sevip bağrımıza bastığımız, öğrenmek için sürüyle kitap okuyup, kurslarına gittiğimiz kuantum’u olduğu gibi mi, işimize geldiği gibi mi anlıyoruz? Bana kalırsa olumlu hislerimizi evrene gönderip bir cevap beklemek, fırtınanın ortasında şemsiyeni düzgün tutmaya çalışmakla aynı şeye tekabül ediyor. Her ikisini de gerçekleştirdiğimize inansak bile, ilki mikrokozmik, ikincisi de makrokozmik düzeyde sadece bizim hayalimizden ibaretler.
“Aslında madde, Evrenin tamamı, esasta madde-dışı. Başka bir deyişle, gerçek anlamda muz maddesi diye bir şey yok. Basite indirgeyecek olursak, bu muz dalgalardan oluşuyor ve bu dalgalar da olasılık dalgaları. Başka bir ifadeyle, bu muz bir olasılıkla var. Hâlâ istiyor musun?” (Kozmik Haydutlar)
güliz
güliz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder